25 Mart 2017 Cumartesi

En Değerli Berabere Teklifi!


Satrançta kısa beraberlikler sıklıkla tartışma konusu olur. Üst düzeyde oyuncuların 15-20 hamle sonrasında beraberlikte anlaşmaları haklı olarak satranç severlerin tepkisiyle karşılaşır. Düşünsenize futbol maçı başlıyor ve iki takım 5 dakika sonra beraberlikte anlaştık diye soyunma odasına çekiliyor. Futbolda beraberliğin üst tura çıkmaya yeteceği durumlar olmuştur ve kendi yarı sahalarından kolay kolay çıkmayan takımlar da ciddi eleştirilmiştir.

Elbette berabere teklifi yüzyıllardır satrancın içinde var. Konum ölü berabere ise boş boş saatlerce oynamanın kurtuluşu olabilir. Beraberlik derece yapmaya yetiyordur veya kendinizi kötü hissediyorken zayıf rakibe berabere teklif edebilirsiniz.

Berabere teklifi ne zaman en çok işe yarar deyince Emre Karadeniz ile Turhan Yılmaz'ın Türkiye Birinciliğindeki oyununu unutmak mümkün değil. İki güçlü oyuncu zaman sıkışmasına girerler. Öyle hızlı oynamak zorundadırlar ki notasyon dahi tutamazlar. İşin ilginci başlarında hamleleri yazmakla görevli hakem de notasyonu tutmaz ama çizik çeker.

Eskiden zaman ekleme yoktu ve son 5 dakikaya girildiğinde oyuncular yazmak zorunda değildi ama hakem yazardı. Ne var ki hakem de notasyonu tutamayınca sadece hamle sayısını söyle. Mesela "45 hamle oynadınız" der. Şu anda başarılı bir plastik cerrah olan emre Karadeniz hamleleri yazalım deyince hakem boş vermelerini söyler! Oyunculara birer saat daha eklenir. Ne var ki ikili yine zaman sıkışmasına girer! Yılmaz zar zor zeitnottan çıkar ve bayrağı düşer. Kağıt üstünde 60'ıncı hamleyi geçtiği için sorun yoktur ve yine süre eklenecektir. Karadeniz şu eksik kalan hamleleri tamamlayalım deyince 45'inci hamledesiniz diyen hakemin yanıldığı ve 42 hamle yapıldığı ve son durumda da Yılmaz'ın 58'inci hamledeyken bayrağını düşürdüğü ortaya çıkar.

Yılmaz itiraz eder çünkü hakem siz 45 hamle yaptınız deyince ona göre hareket etmiştir. Karadeniz centilmenlik yapar ve devam eder. Ne var ki artık kayıp durumdadır. Brden inanılmaz bir şey olur ve Turhan Yılmaz kendisini kazanca götürecek piyonu verir ve berabereye razı olur.

Herkes şaşkınlık içindedir ama Yılmaz açıklaması ile herkesi şaşırtır. "Eğer oyunu kazansaydım Emre itiraz kuruluna götürür ve kurallar karşısında kesin kaybederdim. Kaybetmektense berabere daha iyi"

Bu derin berabere teklifi için şapka çıkartılır.

20 Temmuz 2016 Çarşamba

İsmail Doğantuğ "Oturtuk!"


İzmir'in usta satranççılarından İsmail Doğantuğ'u Mayıs 2015'te kaybettik. Sıra dışı bir adamdı. Tatlı bir aksiliği vardı. Sürekli birilerine kızardı ederdi ama sebepsiz olmazdı. Ve elbette tam bir satranç aşığıydı. Her kendini satranca adayanın kendinden bir parça bulabileceği bir insandı.

Bir kalp krizi sonucu satranç camiasından ayrıldı ama MojoJojo lakaplı üyenin Özgür Satranç'ta anlattığı anektodları aktarmak istedik.

1) İsmail Doğantuğ İzmir'de lokalde oyun oynamaktadır. Kendisi dikkatle düşünmekte iken rakibi yerinde duramamaktadır. Sürekli konuşmakta, ayağa kalkıp dolaşmaktadır. Doğantuğ elbette bu durumdan rahatsız iken sesini çıkarmaz ama oyunda sert bir feda yapar. Rakibi bu fedayı görünce birden şaşırırır ve ağır çeküm edası ile yerine oturur. Eski halinden eser yoktur artık.

Doğantuğ tek kelime söyler: "Oturttuk"

2) İsmail Doğantuğ, rahmetli İlhan Onat'a çok saygı duymaktadır. Bununla beraber onun aşırı sakin stilini de eleştirmektedir. Önüne gelen çok ideal atak konumlarını bile beğenmemektedir. Ve bu durumu "Stilime aykırı!" kelimeleriyle açıklar.

İsmail Doğantuğ benzer durumu şöyle anlatır:

"Birgün İlhan Onat'ın bir partisini analiz ediyoruz, oyunun sonunda 3 hamlede mat gördük, tahta üzerinde gösterdik. Rahmetli biraz inatçıydı, mat ataklarını da sevmezdi. Yine de pozisyona baktı baktı. Sonra: 'Mat edemem İsmail'ciğim, Mat etmek stilime aykırı' dedi. 


Orada bittim" 

11 Mart 2016 Cuma

Yapma Orhan Abi!


Can İnce anlatıyor.

Bir turnuva sırasında FM Yakup Bayram, Burak Miyak ve rahmetli Halil Başören aynı odayı paylaşır. Sabah uyandıklarında...
Yakup: "arkadaşlar, kim konuşuyor uykusunda? Dün gece biri sayıklayıp duruyordu. Herhalde sendin Halil..." Halil: "Yok abi. Ben uykumda konuşmam! Ne diyordu konuşan?" Yakup: "Yapma Orhan Abi! Yapma Orhan Abi!" diye sayıklayıp duruyordu. Konu o gün için burada kapanır. Ertesi sabah... Yakup: "Halil, kusura bakma, meğer uykusunda konuşan Burak'mış!" Halil (durumdan sıyırmış olmanın verdiği rahatlıkla): "Hadi ya! Ne diyordu?" Yakup: "Yapma çocuğa Orhan Abi!"

3 Şubat 2016 Çarşamba

Prof. Dr. Sıracettin Bilyap



Yine Can İnce anlatıyor:

"İlk “resmi” Türkiye Satranç Şampiyonu rahmetli Prof. Dr. Siracettin Bilyap (Serj Poraponoff) son derece beyefendi ve kibar kişiliğiyle tanınırdı. Öyle ki, küfür ettiğinde bile “has....niz efendim!” derdi. Cumhuriyetle yaşıt olan Siracettin Bey'in son yıllarında bir görme sorunu ortaya çıkmıştı. Bu nedenle turnuvalarda oynarken özel bir tahta kullanıyordu ve karşısındaki kişileri tam olarak seçemiyordu."

Ben de bu saygıdeğer beyefendiyle bir kez oynama onuruna eriştim. Ankara, Başkent Öğretmen Evi'nin teras katında oynanan bir Cumhurbaşkanlığı Kupası vesilesiyle...

Oynadığımız günlerde, Siracettin Bey artık eski oyun gücünde değildi ve oyunu hasbelkader ben kazandım. Çok kibar bir şekilde elimi sıktı ve sonra koluna giren birinin yardımıyla, bizi lobiye indirecek olan asansöre doğru yürüdü. Yardımcısı ile birlikte asansöre bindiler, hemen arkasından da ben ve bir başka kişi daha bindik. Siracettin Bey, asansörde olan kişileri seçemiyordu. Dolayıyla, benim de aynı asansörde olduğumdan habersizdi.

Yanımızdaki kişi “Ne yaptınız bugünkü maçta Siracettin Bey?” diye sordu.
Siracettin Bey: “Kaybettim efendim. Can İnce'ye kaybettim....” dedikten sonra, ne kendi ne de benin oyunumu beğenmiş olacak ki, kısa bir duraklamanın ardından dayanamayıp ekledi:
“Yahu bari çocuğun yaptığı hamleler de bir b.ka benzese!”

25 Ocak 2016 Pazartesi

Kral Lakaplı Naci San Efsanesi!


Yine Can İnce anlatıyor:

"Eski Ankara şampiyonu rahmetli Naci San'ın lakabı “kral idi”. Oynadığı “yüksek satrancın” yanında, çeşitli el-ayak oyunları, manyelleri ve muzip hileleri ile de tanınırdı. Naci Bey'in oyunlarında taşlar gidebilecekleri değil, gitmeleri gereken karelere giderlerdi. Örneğin f3 karesinde bir atınız var ve acilen d5'e gitmesi gerekiyor. Normalde bu dört hamle alır. Ancak Naci Bey atı eline alır, havada çevirir çevirir, sonra bir ara -tekrar(!)- e3 karesine bırakır gibi yapar, sonra bir süre daha havada çevirdikten sonra d5 karesine bırakıverirdi. 
Naci Bey'in oyunsonu da fevkalade kuvvetliydi. Bir eri yedinci yataya kadar sürmüş durumda vezir çıkarken, sekizinci yataya bir vezir bırakır, fakat yedinci yataydaki eri kaldırmaz, bir kaç hamle sonra gerekirse sürüp bir vezir daha çıkardı. Tahtaya yandan taş sokmak, oyuna başlarken b1 ya da g1'e bir yerine iki at dizmek, rakibin taşlarını çalmak, çaktırmadan rakibin saatiyle oynayıp zamanını eksiltmek ve buna benzer bilumum rezaletler, hep şöhretli yüksek oyuncu Naci San'dan öğrendiğimiz numaralardı." Naci Bey'le oynarken bir atak çıkarmayagörsün; hemen “Hiiii! Bakıyorum daaa... şöhret peşindesin!” lafını yapıştırırdı. Rahmetli Malik Çapar Ağabeyimiz gençlere çok değer verirdi. Yetenekli bulduğu gençleri bir süre çalıştırır ve kıvama geldiklerine kanaat getirdikten sonra Naci Bey'in karşısına çıkarırdı. Naci Bey bu duruma alışmıştı ve her seferinde “Efendi! Ben çocuk çocuk mütehassısı değilim!” diye karşılık verirdi. Günlerden bir gün, Malik Çapar, Büyük Üstat Abdullah Sözen'deki cevheri fark etmiş, onu iyice yetiştirmiş ve Naci Bey'in karşısına çıkarmıştı. Naci Bey tam “ben çoluk ço...” diyecekken Büyük Üstat bastırdı: “Yalnız beyefendi, ben parasına oynarım!” Naci Bey: “Hiii! Öyle mi beyefendi! Tamam sonra oynarız. Şimdi biraz işim var!” “Siyahlar terk eder ve bir kaç gün ortalıkta görünmez.” sözü de sanırım Naci Bey'den çıkmıştı. Özellikle kanattan er saldırısı yaptığında eri “heheheyyyt!” diye sürmesi ve eri “vidalaması” meşhurdu. Bunların ötesinde, yaptığı öyle bir numara vardı ki “satranç tahtası başında yapılmış dümenler” tarihine altın harflerle yazıldı. Naci Bey bir oyunda iki kale geri ve mat olmak üzereydi ancak rakibinin mat edecek kadar vakti olmakla beraber, ciddi bir zaman sıkışması vardı ve can havliyle, bir an önce mat etmeye uğraşıyordu. Ancak, oyunun doğası gereği, elbette mat yapılabilmesi için, ortada bir şah olması gerekiyordu fakat rakip bir de baktı ki Naci Bey'in şahı tahtada yoktu! Panik için de “şah nerede?” diye sorunca, Naci Bey avucunu açtı, şahı gösterdi ve... : “Selametle kenardadır!”

"Resimde Can İnce ve Naci San görülmekte"

19 Ocak 2016 Salı

"Yahu kocaman adamsın, utanmıyor musun ufacık çocuğa uymaya!"


Can İnce anlatıyor:

Bir haftasonu turnuvasında Kıvanç Haznedaroğlu, Ankara satranç camiasının güzide isimlerinden rahmetli Cemal Önez ile maça başlamak üzeredir.

Kıvanç o sıralarda 10 ya da 11 yaşındadır ancak daha o vakitlerde önüne gelene kafa tutabilecek düzeyde oynamaya, rakiplerinin yüreklerine derin korkular salmaya başlamıştır. 

Bu durumdan ürken Önez, maç öncesi işaret parmağını tehditkâr bir ifadeyle sallayarak ultimatomu verir: "Beni yenersen seni döverim!"

Bir başka olay da, yine aynı dönemde Abdullah Sözen (o vakitler 30 küsur yaşındadır) ve Kıvanç Haznedaroğlu arasında yaşanır: Kıvanç, Apo'yu evire çevire zımbalamıştır. Apo sinirini alamaz ve Kıvanç'ı klübün ortasında kovalamaya başlar. kıvanç önde, Apo arkada, masaların altından-üstünden zıplayarak tüm klübü dolaşırlar.

Gürültüyü duyan klüp müdürü rahmetli Ali ipek içeri gelir ve Kıvanç'a dönerek çıkışır:

"Yahu kocaman adamsın, utanmıyor musun ufacık çocuğa uymaya!"

14 Ocak 2016 Perşembe

Büyük Üstad Abdullah Sözen





Can İnce anlatıyor,

Eskiden Ankara Satranç camiasında oyun gücüne dair iki kriter vardı: Naci Bey'den parti alan "satrancı öğrenmiş" sayılırdı. Öte yandan iki hafta satranç çalıştıktan sonra Zafer Varlık'ı 1000-0 yenemeyen adama "Neden satranç?" diye sorulur ve "Sen git kumda oyna!" denirdi.
Bir gün Büyük Üstat Abdullah Sözen ile bir yerde bira içiyoruz. Sohbet çok güzel. Üstat bir ara "Turnuva başlıyor bugün. Gidip maçlara mı baksak acaba?" diye sorunca ben bir anda irkildim: "O turnuvaya ben de kayıt yaptırdım yahu!". Bir anda canım çok sıkılmıştı çünkü üstadın derin müzik kültüründen beslenen sohbeti bırakıp da ağır parti oynamayı hiç canım istemiyordu. Düşündüm, "üstat" dedim, "Nasıl olsa ilk tur. Bana alttan rakip verirler. En iyisi ben rakibe hemen beraberlik önereyim. Sonra dönüp kaldığımız yerden devam ederiz!". Üstat da bu fikri makul karşıladı ve tur saatinde TED'e vasıl olduk. Biradan mütevellit, Üstat küçük rok yapmaya (küçük fasilitesini yapmaya) gitti. O sırada tur başladı. Üstat çıktığında ben de imzalanmış notasyon kağıtlarını teslim ediyordum.
Üstat sordu: "Oğlum rakibe ne diyerek korkuttun da hemen berabereye razı ettin?"
Ben: "Ne beraberesi? Rakip Zafer Varlık imiş. On hamlede mat etim, kalktık!"

Not: Hikaye ile ilgili şu şekilde bir tekzip geldi: "aslında o olay şöyle olmuştu bu turnuvada ilk turda ben Zafer Varlık ile oynamıştım,40 hamlede kazanıp Canla Sakaryaya gitmiştik, ertesi gün baktık Can Ince Zafer Varlıkla eşleşmiş, ben oyunumu hızla bitirdim, Can da 10-12 hamlede mat etti ve yine kendimizi sakaryada bulduk, VE FAKAAAT BENİM ZAFER VARLIKLA 40 HAMLELİK OYUNUM 5 DAKİKA SÜRMÜŞTÜ, CANIN OYUNU 25 DAKİKA!!"